Sunday, January 1, 2017

kişisel özdeşlik, paket 2

<27.11.016> Bernard Williams: 'kendi'nin sorunları
1. 
Bernard Williams, 1960 - 80 arası dönemin önemli ve ilgi çekici ahlak felsefecilerinden. Daha çok eleştirel bir figür olarak tanınıyor (özellikle utilitaryanizm eleştirisi) zira ahlakın insanın yaşamsal gerçekliğinde karşılaştığı tüm çetrefil, sıkıntı ve çelişkilerde incelenmesini savunuyor ve bütüncül ahlaki sistemlere karşı kişinin otantik ve samimi eylemini vurguluyor. Mesela o dönemin Fransasında yazıyor olsaymış Varoluşçu bir düşünür diye anılırmış (ki felsefe üslubunda Analitik geleneğe dahil olsa da Varoluşçu literatüre örtük-açık göndermeler yapabiliyor).

Williams 'kendi' [self] meselesine esas olarak, ahlakı boğumlu barsaklarında kavrayıvermek istediği için ve tabii ahlakın temelindeki iradi faillik kurgusu nasıl olup ben / kendi / kişi / birey olduğumuzla ya da olamadığımızla sıkı sıkıya bağlı olduğu için eğiliyor. Ve böylece kişisel özdeşlik tartışmasının 1960 sonrasındaki derinlemesine işlenip geliştirilme sürecinde, Strawson ve Shoemaker ile beraber, çekirdek (seminal) bir rol oynuyor. Burada 50'ler ve 60'lar boyunca yazılıp "Problems of the Self"* başlığıyla 1973'te derlenmiş bazı yazıları özetleyeceğim bir kaç kolonda.

Williams'ın tartışmasında özdeşlik meselesi ilk olarak 'özdeşliğin bilinme kriteri nedir' sorusuyla açığa çıkıyor. Literatürde özdeşliğin (identity) ve sürmenin (survival) koşulu olarak sıklıkla psikolojik kriterler, yani anılar ve kişiliğin sürekliliği savunuluyor. Sözgelimi Locke soruya 'bilinç' diye cevap vermişti [kelimeyi anılar / hafıza anlamında kullanıyor]. Williams psikolojik kriterlerin yetersiz olduğunu ve zaman-mekansal sürekliliğin koruyucusu olarak bedenin özdeşlik kurgusu için vazgeçilmez olduğunu --esasında benzerleri antik dönemden beri mevcut olan-- bir seri düşünce deneyi üzerinden göstermeye çalışırken esas amacına ulaşamasa da özdeşlik kavramının çetrefilli ve sıkıntılı yanlarını ikna edici biçimde ortaya koyuyor ve sonraki tartışmanın zeminini oluşturacak düğümleri atıyor.  

*Bernard Williams, 1973, Problems of the Self, Philosophical Papers 1956-1972, Cambridge University Press.
2.  "Problems of the Self":

Williams özdeşlik tartışmasına bedenin sürekliliğinin kişisel özdeşliğin her zaman bir zorunlu koşulu olduğunu öne sürerek dahil oluyor. Çünkü, özdeşliğin kriteri bir kişinin gelecek bir zamanda hala aynı kişi olup olmadığını pratikte söyleyebilmeyi sağlamalı ki bir kriter olarak değer taşısın. Oysa hafızam başkaları tarafından erişilebilir değil. Ve hafızam benim için de bu açıdan bir kriter sunmuyor, zira anılarım yanıltıcı olabileceği gibi her zaman eksiktirler ve durum bu ise ben bunun böyle olduğunu da bilemem. Bu savı savunmak için ilk olarak Guy Fawkes'ın anılarını ve kişiliğini taşımaya başlayan adamı tartışıyor [birden çok Guy Fawkes olamaz?]:

"Suppose a person A to undergo a sudden change, and to acquire a character exactly like that of some person known to have lived in the past, B. Suppose him further to make sincere memory claims which entirely fit the life of B. We might think these conditions sufficient for us to identify A (as he now is) with B. But they are not. For another contemporary person, C, might undergo an exactly similar change at the same time as A, and if the conditions were sufficient to say that A = B , they would be sufficient to say that C=B as well. But it cannot be the case both that A = B and C=B, for, were it so, it would follow that A = C , which is absurd. ... the rational course is to abandon both." p19

Yani, bir kişinin anıları ve kişiliği başka bir bedende ortaya çıkabiliyorsa, aynı anılar ve kişilik birden çok kişide aynı anda açığa çıkabilir, fakat özdeşlik birebir bir kavramdır, aynı şeye aynı anda iki farklı şey özdeş olamaz, bu bir çelişki: yani iki 'farklı' şeyin 'özdeş' olması... Buradan hareketle bedenin ihmalinin kişisel özdeşlik fikrinin tüm içeriğini boşalttığını öne sürüyor. Bu yarılma / çoğalma argümanı esasında hiç yeni değil, zira kurgu bilindik yeniden doğum ya da reenkarnasyon senaryolarına paralel.
3.  "Bodily continuity and personal identity":

2. bölümde Coburn'ün, 'epey olanaksız bir olay' (an improbable event) türünden bir itirazına yanıt vermek için tartışmasının terimlerini detaylandırıyor. Coburn'ün senaryosunda*, George ortadan kayboluyor ama kısa bir zaman aralığından sonra yeni bir George* beliriyor. Bu durumda Goerge*'ın George'a özdeş olduğunu düşüneceğimiz iddia ediliyor [Nozick'in yakın takipçi ('closest continuer') diye adlandıracağı şema]. Burada Williams özdeşlik yargısının bir benzerlik yargısından farklı olduğunu hatırlatıyor.

Buradan sonrasını 5. bölümle (Are persons bodies?) birlikte ele alıyorum, orada özdeşliğin bedensel kriterine dönük 4 itiraz grubunu ele alıyor. Bunların 4.sü dikkate değer ("The identity of persons is not the same as the identity of bodies"). Yukarıda zihinsel yaşantının yarıldığı (çoğaldığı) bir senaryoyu andık (Guy Fawkes). Bu senaryo özdeşlik kavramını işlemez kılıyordu. Esasında bedenin yarılmaları da benzer sorunlar yaratıyor. Sözgelimi C.B. Martin tarafından önerilen bir senaryoda** bir kişinin (A) amip gibi ikiye yarıldığını ve sonuçta birbirine eş iki kişinin (A' ve A'') ortaya çıktığını hayal edebiliriz. Bu durumda ikisi de A'ya özdeş olamaz, aksi taktirde birbirinden farklı iki şey aynı şeye özdeş ve dolayısıyla birbirine özdeş olmalıdır. Özdeşlik kavramı işlemeyi bırakır [p23]. Eğer bu tür argümanlar mental / zihinsel / psikolojik kritere karşı kullanılabiliyorsa bedensel kritere karşı da kullanılabilecektir.

Shoemaker'dan gelen başka bir senaryoda, iki kişinin beyinleri alınıp bir diğerinin bedenine aktarılıyor. Bu durumda bedenin çoğu A'ya ait olsa bile, A bedenindeki kişinin beynin kaynağı olan B olduğunu düşünürüz. Dolayısıyla zihinsel kritere uyacağızdır. Bu senaryoyu geliştirerek, beyinlerin değil ama enformasyonun değiş tokuş edildiği bir senaryoya varabiliriz. Bu durumda da kişi çoğaltma sorunu yeniden açığa çıkar, zira aynı enformasyonu birden çok beyne nakledebileceğizdir.

*R.C. Coburn, Analysis, 20.5, 1960
**C.B. Martin, Analysis 18.4, March 1958 
4a.  "The self and the future":

Bu en ilgiye değer metninde Williams bir varoluşsal durum üzerinden kişisel özdeşlik ve faillik arasındaki bağlantıyı araştırıyor.

Alfa vakası:

(1) A-bedenli ve B-bedenli iki kişi mevcut. A ve B beden değiştiriyorlar. Söz gelimi, A'nın beynindeki enformasyon bir cihaza kopyalanıyor ve sonra B'nin beynine veriliyor. (Bir A-bedeni var, bu bedene önceden A'nın bedeni diyorduk, çünkü A'nın anılarını ve kişiliğini ifade ediyordu [harici özdeşlik kriteri], değişiklikten sonra B'nin bedeni diyoruz.)
(2) İmdi, bu değişiklikten / deneyden önce A ve B'ye bilgi veriliyor. Deniyor ki, değişimden sonra ikinizden birine 100 bin Dolar verilirken diğerine işkence yapılacak. Ve bu A ve B'ye bu konudaki tercihleri soruluyor.
(3) Eğer A, B-bedenli kişinin parayı almasını isterse, ve B de A-bedenli kişinin parayı almasını isterse, deneyci ikisinin birden arzularını yerine getiremez.
(4) Diyelim ki deneyden sonra deneyci B-bedenli kişiye işkence ediyor ve A-bedenliye para veriyor, B-bedenli kişi bu durumdan yakınmakla kalmaz, A'nın hafızasını taşıdığı için seçiminin bu yönde olmadığını da hatırlatır.
(5) Demek ki deney sonucunda deney öncesindeki B istediğini almış, A alamamıştır. E ama B-bedenli kişi sonuçta işkence gördüğüne göre ve ama yine de B istediğini elde ettiyse, A ve B'nin beden değiştirdiği iddiası için güçlü bir destek elde etmiş oluruz.
(6) Farklı durumların da aynı sonucu verdiği görülebilir. A kişisi, A-bedenli kişinin parayı almasını tercih etmiş olsaydı, deneyden sonra B-bedenli kişi sonuçtan hoşlanmayacaktı, her ne kadar bunun kendi seçimi olduğunu hatırlasa da.
(6) Dolayısıyla gelecekte bana ne olacağı üzerine kaygılanmak mevcut bedenime ne olacağı üzerine kaygılanmakla aynı değil gibidir. Her ne kadar buradan hareketle bedensiz varolabileceğimi iddia edemesem de, bedenimle değil de anılarımla özdeşleşmem daha rasyonel görünür.
4b. 
Beta vakası:

(7) Tabi olduğum bir kişi bana yarın işkence göreceğimi söylüyor. (7a) Zamanı geldiğinde bunun bana önceden söylendiğini unutacak olduğumu bilsem yine korkarım. (7b) Eğer o zaman geldiğinde tüm hafızamı kaybetmiş durumda olacaksam bu da keyfimi yerine getirmez. (7c) Eğer mevcut anılarımın yerine başkaları gelecek denirse bu da muhtemelen beni neşelendirmez. Zaten tüm bu durumlar delirme ve hafıza kaybı gibi doğal sıkıntılara özdeş görünür. (7d) Ve bu yeni anıların mevcut başka birinin anılarının aynısı olacak olması da neşelenmek için sebep gibi görünmez. (7e) Anılarına sahip olacağım B kişisi de benimle aynı türden bir dönüşüme girecek ise bu önceki şıklardan farklı bir durum mudur?
(8) Fakat bu Alfa vakasının esasında aynısıdır, sadece başka biçimde anlatılmıştır. Fakat, Alfa vakasının aksine, aynı dönüşümlerden geçeceğim halde A bedeninde A kişisi olarak varlığımı sürdüreceğimi düşünmekteyimdir.
(9) Bu durumda, ilk olarak, psikolojik sürekliliğim gelecek ile ilgili endişelerimin tek zemini değildir.
(10) İkincisi, birbirine zıt iki sonuca varabildiğimize göre, bazı durumlarda A kişisi olarak varlığımı sürdürüp sürdürmediğim kavramsal olarak karar verilemez haldedir (A eğer bu sürecin bir yerinde varolmayı kesiyorsa hangi şıkta gerçekleşir bu? a, b, c, d, e? [yığın / küme (sorites) türü argüman]). Dolayısıyla deney öncesinde hangi şıkkı seçeceğime de karar verebilir halde değilimdir.

Tartışmanın sonuca vardırıldığını söylemek güç. Ama özdeşlik kavramı ile insanın kendisi olması, zamandaki sürekliliği ve hayatta kalma arasında bir özdeşlik olmadığını söylemeye yetecek kadar delil biriktiğini söyleyebiliriz. Özdeşlik kavramı sayılar ve semboller arasında işleyebilir (A=A, 1=1) ve halk-kuramcı bir bakışta kendimizi, en azından naif bir anımızda, kendine özdeş antiteler olarak görme eğiliminde olduğumuzu farkediyoruz. Öte yandan, özdeşlik kavramı, zamansal değişimi kabullenen zayıf formunda bile, kişi çoklusunun süreklilik tarzına ancak kısmi olarak uyuyor. Zira kişi sadece Bergsoncu anlamda bir zamansal çokluk değil, mekansal da bir çokluk ve her zaman değişebilir, dönüşebilir, belki parçalanabilir, hatta çoğalabilir ve varolmanın yokolmaktan farklı olduğunu göstermenin hiç kolay olmadığını paketler boyunca not edeceğim.
<4.12.016> Derek Parfit ve "ne önemi var?"
1. 
Kişisel Özdeşlik (KÖ) üzerine güncel tartışmanın kilit ismi Derek Parfit, analitik gelenekten bir ahlak felsefecisi, ahlakın nasıl kurulacağıyla ilgilendiği kadar (meta-etik) ve belki daha da çok, ahlakın normatif içeriğiyle, yani somut/ vakalar içinde nasıl davranmak gerektiğiyle dertleniyor, bu anlamda Williams'ın da dahil olduğu bir trend/ in en etkili figürlerinden biri.

Fakat ilginçtir, pratik kullanımı hedefleyen bu kanlı canlı ahlakı, bir takım hipotetik düşünce deneyleri üzerinden, yani bildiğimiz hayata ait olmayan bir bilimkurgu dünyasında araştırabiliyor. Zira bu bakışta, örneğin kişisel özdeşliğin (KÖ) ne olduğunu değil ama esas olarak KÖ üzerine inançlarımızın ne olduğunu bu tür dumura uğratan sondajlar sayesinde açığa çıkarabiliyoruz (rp200).

Reasons and Persons'ın 3. bölümüne göz atacağız.

*Parfit, Derek. Reasons and Persons, 1984.
2.  vaka1, branch-line case/ çoğalma senaryosu:
A. [ışınlanma] Bir makinaya giriyorum,düğmeye basıp bilincimi yitiriyorum. Bir saatlik bir süreçte makina bedenimi parça parça sökerken onla ilgili tüm enformasyonu kaydediyor. Tüm enformasyon Mars'a gönderiliyor. Mars'ta bulunan başka bir makine bu enformasyonu kullanarak bir insan üretiyor.
B. [çoğalma / kopyalama / dallanma] Yeni bir makina geliştiriliyor. Bu makina enformasyonumu kaydederken beni yoketmiyor. Böylece bir saat sonra Mars'ta aynı bana benzeyen bir kişi daha olacak.
B.1. Bilgim taranırken makina kalbime zarar vermiş, dünyada olan kendim 1-2 gün içinde ölecek.
C. Kopyam kendisinin ben olduğunu düşünür, ben öldükten sonra kopyam dünyaya dönse, çoğunluk onun ben olduğumu düşünecektir.
D. Kopyam beni teselli eder ve ben öldükten sonra projelerimi üstleneceğini, eşimi sevdiğini ve çocuklarıma iyi bakacağını bildirir, çünkü onlar onun eşi ve çocuklarıdır.
E. Kopyam bir anlamda bendir (niteliksel özdeşlik) ama bir anlamda da benden başkasıdır (sayısal özdeşlik). Gelecek için endişelendiğimizde derdettiğimiz sayısal özdeşliğimizdir. Bu durumda benim için dallara ayrılma senaryosu dallanmadan ölmek kadar kötüdür denebilir.
F. Fakat Parfit'e göre ışınlanma senaryosu esasında sıradan var kalma [survival] kadar iyidir!
3a.  kişisel özdeşlik kavramı:
Parfit KÖ'nün kavramsal kurgusunu inceliyor ["what this identity necessarily involves, or consists in." rp202]. "Standart bakış"ta zamanda özdeşlik bir nesnenin zaman-mekanda nedensel sürekliliğiyle ölçülür. Nesneler değişebilir hatta fiziksel sürekliliği yitebilir ama bunları hala özdeş görebiliriz (bir kelebeğin başkalaşımları, tüm parçaları yenilenen Theseus gemisi) ama görmeyebiliriz de (ressamın üzerine yeni resim yaptığı tablo), ya da bir nesnenin sürekliliğinde boşluklar olabilir (parçalarına ayrılıp ortadan kalkan ve sonra yeniden birleşip yeniden varolan saat). Bu bakış Williams'ın KÖ için bedensel süreklilik kriterine karşılık geliyor. Bu kriteri benimseyenlere göre ışınlanma KÖ'yü korumaz. Parfit bu noktada bedensel kriteri daha detaylı olarak tarifliyor:

"The Physical Criterion: (1) What is necessary is not the continued existence of the whole body, but the continued existence of enough of the brain to be the brain of a living person. X today is one and the same person as Y at some past time if and only if (2) enough of Y's brain continued to exist, and is now X's brain, and (3) this physical continuity has not taken a ‘branching’ form. (4) Personal identity over time just consists in the holding of facts like (2) and (3)." (rp204)

Öte yandan psikolojik kriterde böyle bir fiziksel süreklilik aranmayabilir (ruh vb. kurgular dışında). Öte yandan hafızasını yitiren kişileri eskiden oldukları kişiyle sayısal olarak özdeş görürüz. Bu tip sebeplerle Parfit'e göre hafıza KÖ'nün tekil kriteri olamasa da bu kriterin bir bileşeni olabilir. Şimdi, revize edilmiş Lockeçu bakışa göre:

"Psychological connectedness is the holding of particular direct psychological connections. Psychological continuity is the holding of overlapping chains of strong connectedness." rp206
3b.  İndirgemecilik / reductionism:
20 yıl önceki halimden ve anılarımdan uzağımdır ama o günden bugüne kadar açığa çıkmış çeşitli hallerim arasında kesintisiz bir bağlantılılık / örtüşme vardır. Buna güçlü bağlantılılık diyebiliriz. Ancak hafızayı içerdiğinde güçlü bağlantılılık geçişli bir ilişki değil. Özdeşlik ise geçişli bir ilişkidir. Dünkü kendime güçlü bağlantılıyımdır, o da önceki günkü kendine bağlantılıdır. Bu durum bir zincir halinde 20 yıl önceki kendime kadar uzatılabilir. Ancak bugünkü halim 20 yıl önceki kendime güçlü bağlantılı değildir. Öte yandan herhangi bir nedensel bağlantı anlamında geniş anlaşılırsa psikolojik süreklilik geçişli bir ilişkidir (hafıza sürekliliği gerektirmiyor), buna göre:

"The Psychological Criterion: (1) There is psychological continuity if and only if there are overlapping chains of strong connectedness. X today is one and the same person as Y at some past time if and only if (2) X is psychologically continuous with Y, (3) this continuity has the right kind of cause, and (4) it has not taken a ‘branching’ form. (5) Personal identity over time just consists in the holding of facts like (2) to (4)." rp207

Böyle bakıldığında bedensel ve psikolojik süreklilik çoğunlukla örtüşür. Ve dar bir yorumda ışınlanma KÖ'yü korumazken geniş yorumda ise koruduğu söylenir. Psikolojik süreklilik belki normal yollardan sağlanmıyordur ama sonuç KÖ kadar iyidir. Bu bakışın zemini indirgemeciliktir. Buna göre zamanda KÖ'yü sağlayan olgular esasında KÖ'yü ya da bir kişinin varolduğunu varsaymadan ya da bunlara atıf yapmadan da tariflenebilir. İndirgemeci olmayan bakışlarda ise kişiler bağımsız bir varlığı olan antitelerdir (örn. Kartezyen ego / ruhsal töz).

İndirgemeci bakışta bir kişi sadece beyni, bedeni, yapıp ettikleri, düşündükleri, hissettikleri vb. gibi olaylardan ibarettir. Kişiler bunlardan başka antitelerdir ve vardırlar (milletlerin varolmasına benzer biçimde)[!] ama gerçeklik ayrı antiteler olarak kişilere başvurmadan da tariflenebilir (Akşam Yıldızı'nın varolduğunu iddia etmeden Venüs'ü tarif etmek gibi). İndirgemeci için KÖ'nün belirsiz olduğu durumlar olasıdır ve şaşırtıcı da değildir. Ancak indirgemeci olmayan bir pozisyonumuz var ise KÖ yitimi sorun olarak görünebilir (sözgelimi Viyana Çevresi problemi).
4. 'Kriter nedir' yerine 'önemli olan nedir / what matters'?

1. önemli olan KÖ'dür (dar bakışın KÖ'sü)
2. önemli olan KÖ değil R ilişkisidir (geniş bakışın KÖ'sü: bir nedensellik ile kurulan psikolojik süreklilik).

Eğer (1) geçerliyse ışınlanma vakası ölmek kadar kötüdür. Eğer (2) geçerliyse ışınlanma sıradan var kalmak kadar iyidir. Parfit indirgemeci bir bakışı ve R ilişkisini benimsediğini, KÖ'nün belirsiz durumlarının olabileceğini ama bunun R ilişkisini ortadan kaldırmadığını deklare ediyor (rp216). Uzun uzun karşıt pozisyonları tartışıyor ve her birinin KÖ ile ilgili çıkmazlarını ortaya koyarak indirgemeci bir pozisyonun gereğini savunuyor. Ve diyor ki, KÖ durumumuzun belirli olması gerektiğine inanma eğilimindeyizdir ancak eğer bizler ayrıca varolan antiteler değilsek, ki değiliz, bu inanç doğru olamaz. Ve bizler de farklı kriterlerden hangisinin doğru olduğuna karar vermek zorunda değiliz, çünkü zaten önemli olan KÖ değildir.

Bölümün sonunda konuya dönüyor ve diyor ki (rp280), KÖ'yü sağlayan daha öte bir olgu olmadığına göre, sadece R mevcut olduğuna göre, ışınlanma senaryosundan korkmam için bir sebep de yoktur, zira kaybedeceğim daha öte şey yoktur, sıradan var kalma ışınlanma kadar, yani yokedilip yeniden üretilmek kadar kötüdür.
5a. bölünme / fission vakaları
87. kısımda Parfit dikkatini bölünmüş kortekslere yöneltiyor. Bilindiği gibi insan korteksi sağ ve sol iki yarıküreye ayrılıyor, bu yarıküreler arasındaki iletişim sağlayan sinirler (corpus callosum) bazı hastalarda kısmen ya da tamamen kesiliyor (Corpus callosotomy) ya da hatta yarıkürelerden biri tümüyle alınabiliyor (Hemispherectomy), insan yine de yaşıyor, hatta tüm melekeleri yeniden yerine gelebiliyor. Beyni yarılan kişiler üzerinde yapılan deneylerde iki yarıkürenin birbirinden habersiz çalışabildiği keşfedilmiş, bir yarıküre bir iş yapıyor ya da bir yanıt veriyor ama diğeri haberdar değil, o da aynı anda başka şey yapıyor olabiliyor (detaylı inceleme için Gazzaniga'nın keyifli kitaplarını öneriyorum). Ayrıca, insanların küçük bir kısmında zihinsel işlevler iki yarıküreye paralel biçimde dağılıyor. Şimdi,
A. Böylesi bir insan corpus callosum'una bir şalter taktırıyor ve gerektiği zaman iki işlemcisini paralel kullanmak üzere bağlantıyı açıp kapatabiliyor [fission - fusion].
B. Bağlantıyı kopardığında zihinsel işlevleri devam ettiğine göre iki ayrı bilince ayrılmıştır. Bölünmüş bir zihin değil iki ayrı zihin mevcuttur [bu ifadeyi yadırgıyorum zira bilinç zihnin sadece küçük bir kısmı, bu deneyde iki ayrı bilinç ama bir adet zihinden bahsediyoruz gibi geliyor]. Bu durum bilincin birliğinin / bütünlüğünün zorunlu olduğu varsayımını ortadan kaldırır. Bağlantı yeniden kurulduğunda ise iki ayrı akıntı yeniden tekil bir bilince birleşebilecektir [Watts'ın Blindsight'ındaki çok kişilikli Susan James karakteri geliyor akla].
C. Fakat aynı beynin iki ayrı bilinç türetmesi orada iki ayrı kişinin bulunduğu anlamına gelmez mi? [kişiyi bilinçle özdeşleştirme eğilimindeyiz] Dahası, iki kişi yeniden birleştiğinde (fusion) ikisinden de farklı, ikisinin de anılarına sahip 3. bir kişi ortaya çıkacak demektir.
D. İndirgemeciliğin yarayışı da burada ortaya çıkıyor. 3 kişi var demek yerine esasında bu kişilerin hiçbirinin bulunmadığını söylüyoruz ve karışıklık önemsizleşiyor.
5b. 
A. [ikizler] Benim bir ikizim var. Bedenim ölümcül biçimde yara aldı, aynı zamanda ikizimin de beyni işlevsizleşti. Beynimi ikizimin bedenine naklediyorlar. Bu durumda kısmi bedensel ve tam psikolojik sürekliliğim olacak. Eğer beynimin sadece bir yarısını ikizimin bedenine naklederlerse yine benzer bir durum ortaya çıkar.
B. [üçüzler] Diyelim ki biz üçüzüz, beynimin iki yarısı beyinleri hasar gören diğer kardeşlerimin bedenlerine naklediliyor. Bu durumda Wiggins'in bahsettiği ve Williams'ın tartıştığı durum ortaya çıkar, amip gibi bölünmüşümdür [kısmi bedensel fission].
C. Bu durumda 4 olasılık vardır: 1) var kalmamışımdır, 2) kişilerden biri ya da 3) öteki olarak var kalmışımdır, 4) iki ayrı kişi olarak var kalmışımdır. Bunlardan ancak 4.sü olası görünür. Fakat benden iki adet olduğu durumda ne psikolojik ne bedensel kriterler altında KÖ kavramı altına düşemem ve iki ayrı kişi olarak var kaldığımı da reddetmek durumundayım.
D. Öte yandan indirgemeci bakışta kişiler bağımsız olarak varolan antiteler olmadığı için sorun ortadan kalkar. İki yeni kişi açığa çıkmıştır ve bunlar benimle tam olarak süreklidir
E. Ama önemli olan soru bana ne olduğudur: öldüm mü, yoksa var mı kaldım? Var kaldım, zira var kalmakta önemli olan KÖ değil R ilişkisidir, yani psikolojik bağlantılılık.
6. What matters?
Bazılarına göre yukarıdaki bölünme senaryosu neredeyse bildiğimiz ölüm kadar kötüdür (zira KÖ ortadan kalkmıştır). Ama esasında bölünmeye sıradan var kalma kadar iyi bir şey olarak bakmalıyız. Ben bölündükten sonra iki kişi açığa çıkmıştır. Ama bu iki kişinin de benimle olan sürekliliği bölünmediğim durumda ortaya çıkacak olandan az değildir. Beynimin yarısı ortadan kalktığında var kalıyorsam bu bölünme senaryosundan farklı değildir.

[Bu noktayı ileride uzunca tartışmayı planlıyorum. Zira esas problem sıradan var kalmanın en az ölüm kadar kötü olması, sürmenin bizim anladığımız şekilde, yani özdeşlik içinde mümkün olmaması gibi geliyor bana. Ben bilinç isem kendime özdeş kalamam, dolayısıyla var kalmak var kalmayı kesmektir (bkz. Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri / Time and Free Will ve Sartre, Varlık ve Hiçlik). Bu da KÖ kavramının artık bizi kapsamamasından çok, belki varoluşumuzu bilincimizle, ölümü de bilinç yitimiyle özdeşleştirmemizden kaynaklanıyor olabilir. Yani varoluşsal bir problem basitçe bir kavram ve dil problemi olarak ifade edilebilirse buradaki gibi bir el hareketiyle süpürülebilir (KÖ yerine R). Ancak, KÖ esasında bir kavram sorunu değil kavrayışın kaçınamadığı özsel bir sorun olabilir. Parfit de benzer bir itirazı tartışmak üzere Nagel'ı anıyor, buna göre indirgemeci bakış doğru bile olsa buna inanmamız psikolojik düzeyde mümkün olmayabilir. Parfit'in tartışmasını kurma tarzı Kartezyen Ego'ya karşı pozisyon almaya öncelik vermesinden kaynaklanıyor gibi görünüyor. Ancak, kişilerin indirgenmesi sorunun kötü ya da en azından eksik bir tarifi gibi geliyor bana. Bu nokta o kadar önemli mi? Bilemiyorum ama araştırmamın odağı bu.]

Peki var kalmanın KÖ içermemesi, ya da kişilerin varolmaması üzücü müdür? Parfit'e göre aksine özgürleştirici ve rahatlatıcıdır. Artık içinde bulunduğum ve beni ölüme götüren tünel (Metzinger'in Ego Tunnel'ının kaynağı?) dağılmıştır. Diğer insanlarla aramdaki fark azalır ve kendime ilgim zayıflarken diğerlerine ilgim artar. Ben öldükten sonra da benim zihinsel deneyimimle doğrudan bağlantılı olmasa da yine de ilişkili olacak, benim etkimi taşıyacak pek çok yaşantı olacaktır. Kişi olarak ben bulunmadığıma göre ölüm ya da gelecekteki bir sıkıntı benim için önemini yitirir. Denebilir ki, eğer indirgemeci bakış doğru ise, geleceğimiz hakkında endişe etmemiz için bir sebep kalmaz (ekstrem iddia). Ayrıca yaptıklarımız için cezalandırılmamız da mümkün olmaz. Parfit lehte ve aleyhte argümanları uzun uzun değerlendiriyor ve çoğunlukla karşıt bakışların ikisini de hem savunulabilir hem reddedilebilir buluyor ve ekstrem iddiaları reddetmeyi tercih ediyor. İlginç bir sonuç, suçu işlediğimiz anla daha az bağımız kaldığında daha az ceza hakediyor olmamız. Benzer çıkarımlar commitment/ için de geçerli görülüyor [bu konuları deneysel felsefe çalışmaları üzerinden daha derinlemesine not etmeyi planlıyorum].
<31.12.016> Robert Nozick ve bizi sürdürenle derdimiz
1. 
Robert Nozick (1938-2002) daha ziyade sağ liberter, Minarkist konumları savunduğu siyaset felsefesi metinleriyle hatırlanıyormuş. Bizi ilgilendiren kitabı ise Philosophical Explanations.* Kitabın genelinde temel felsefi problemler bir "izah" yaklaşımıyla ele alınmış. Kendi ve özdeşlik meseleleri, "neden bir şey var?" sorusu, hayatın anlamı, özgür irade, bilginin olanağı ve şüphecilik, ahlakın temelleri..

Bu korkutucu görevde kanıtlara ve güçlü argümanlara dayalı, nakavt eden, inanmaya ve kabule zorlayıcı bir felsefe yapma tarzını reddediyor. Çünkü bu hem bir kişiye davranmanın nazik bir yolu değil, hem de felsefeye girişmenin esas motivasyolarına uymuyor; yani şaşırma, merak, anlama arzusu (ve ama bir inanç ortaklığı kurmak değil) (PE 13)... N. kendi tarzını "felsefi izahlar" olarak tariflemiş. Burada izahtan kasıt tartışmacı bir üslup üzerinden bir iddiayı kanıtlamaya çalışmak yerine bu iddianın zeminini kurmak, olanağını göstermek ve açıklamak (ve ama aşkınsal bir yaklaşımdan da kendisini ayırdığını not edeyim).

Kişisel özdeşlik kendi'nin, ben'in ne olduğu sorusunu deşebilmeyi sağladığı için N.'nin ilgi alanına giriyor. Biz kitabın ilk bölümünün ilk alt bölümü ile ilgileniyoruz.**

*Nozick, Robert. Philosophical Explanations. Cambridge, Mass.: Belknap Press, 1981. 

**Nozick, R. 1981, Personal identity through time. In Philosophical Explanations, Chapter 1, Harvard University Press, pp.29-70.
2.  En yakın sürdürücü / halef (continuer):
 
N. konunun çetrefilli yanlarını ortaya koymak için ilk olarak B. Willams'ın önceki bir paketçikte ele aldığımız vakalarını aktarıyor. Daha sonra, Williams'ın varsayımlarını sorgulayarak özdeşliğin harici olgulara da bağlı olabileceğini izah etmek üzere Viyana çevresi vakasını ele alıyor (Williams ve diğerleri KÖ konusunu hep özdeş olanın kendi durumları üzerinden kurmaya çalışmıştı):

- 1943'te Viyana Çevresi aydınları ülkelerini terketmek zorunda kalırlar. Aralarından 3'ü İstanbul'a gider. Bunlar savaş boyunca toplanmaya devam ederler. Artık V.Ç. onlardır.
- Fakat 1945'te öğrenirler ki 9 kişi de Amerika'ya gitmiştir ve orada toplanmaya devam etmişlerdir ve onlar da V.Ç.nin kendisidir.
- İstanbul ekibi bir anda V.Ç.nin kendisi olmaktan çıkar ve bir şubeye dönüşür.
- Bu durumda özdeşlik kişinin kendisinden başka antitelere de bağlı olabilir. Eğer Amerika'daki üyeler olmasa idi İstanbul'dakiler V.Ç. olacaklardı, onları V.Ç. olmaktan alıkoyan kendi özellikleri değil onlardan başka antiteler de bulunmasıdır.

N.nin özdeşlik sorununa getirdiği kısmi çözüm burada açımlanıyor: 'en yakın sürdürücü' (closest continuer) şeması. İstanbul ya da Amerika ekibi, hangisinin daha yakın sürdürücü olduğuna bağlı olarak V.Ç.nin kendisi olarak anılır.

Aynı şemayı parçaları zaman içinde tümüyle yenilenen Theseus'un gemisine uyguladığımızda, parçalar değiştirildiği halde gemi aynı gemi olmaya devam edecektir. Öte yandan, sonradan öğreniyoruz ki çıkartılan parçalar başka bir yerde birleştiriliyormuş. Ve tüm parçalar değiştirildiğinde eskimiş de olsa tüm orijinal parçalarından yeniden kurulmuş halde ikinci bir gemiye sahibizdir ve en yakı sürdürücü şeması hangisinin Theseus'un Gemisi olduğuna karar vermeyi tek başına sağlamayacaktır.

En yakın sürdürücü (EYS) şemasının koşulları, 1) t2'deki kişinin t1'deki kişi ile nedensel bir bağlantısının olması ve 2) t1'deki kişi ile aynı yakınlıkta ya da daha yakın başka bir sürdürücü bulunmamasıdır.
3.  En yakın öncel / selef (predecessor):
 
N. çözüm önerisini izah ettikten sonra şemayı Williams'ın vakalarına uyarlamaya geçiyor. İlk 5 durum sorunsuz biçimde işlemden geçirildikten sonra 6. durumda:

- Kişinin beyninin bir yarıküresi başka bedene naklediliyor. Bu durumda her biri orjinal kişinin bir yarım beynine sahip iki kişi var. Yine de söyleyebiliriz ki EYS orjinal beden+yarıbeyin sahibi kişidir. Ama bu durumda diğer kişinin orjinal kişi olmadığını söylemek durumunda kalırız.

En yakın öncel (EYÖ) kavramını açıklamak üzere ışınlanma vakalarıyla devam ediyor:

Bir y, bir x'in EYS'si iken, x, y'nin en yakın önceli (EYÖ) olmayabilir (yani y'nin en az x kadar yakın birden çok önceli olabilir ve aynı anda x'in daha yakın sürdürücüsü olmayabilir). x ve y'nin hem EYS hem EYÖ şartını sağladıkları iki yönlü durumu tekil-ilişkililik (mono-relatedness) diye adlandırıyor. Bu ilişki geçişli (transitive) olmayabilir. Bu izahatın ardından 8. ve en ilginç duruma geliyoruz, yani çakışma (overlap):

- Hasta bir kişinin (A) beyninin yarısı başka bir bedene (C) nakledilir. Ancak orijinal beden ve yarıbeyin de (B) bir süre daha yaşamaya devam eder.
- Eğer B derhal ölseydi C orijinal kişi olarak varkalacaktı (survive) zira nakledilden yarıbeyin yeterince psikolojik benzerlik ve süreklilik taşıyordu.
- Peki B'nin ölmesine kadar geçen sürede, 'kişi' (A) hala B'de durur iken, o ölünce bir anda C'ye mi geçiverecektir? Peki hem B hem C hayatta iken C'nin durumu nedir? O kimdir? Peki eğer bu aralık bir kaç dakika değil de bir kaç yıla uzarsa ne olacaktır? Bu durumda B ve C aynı yerden, A'dan başlamış ama sonra çatallanmış ve uzaklaşmıştır, C hala orijinal kişi olmaya geçebilir mi?
4.  Çakışma (Overlap) ve kaygı (care):
 
Az önce aktarılan 8. durumu şematize edersek:

.............A............. B
                             C ...............D..........

zaman...1..............2................3............>>

A'nın EYS'si B'dir. A+B'nin EYS'si D'dir. Fakat D'nin EYÖ'sü C'dir ve C+D'nin EYÖ'sü A'dır. Ne A+B+D ne de A+C+D tekil-ilişkili antitelerdir. Fakat, A+D tekil ilişkilidir. D A'nın EYS'si iken A da D'nin EYÖ'südür. Aynı bir saatin (ya da Theseus gemisinin) parçalarına ayrıldıktan sonra yeniden birleştirilmesi gibi.

Fakat bu bir takım sorunlar yaratır, sözgelimi A'nın işlediği bir suç için B mi, C mi, yoksa biraz beklenip D mi cezalandırılacaktır? Ya da B'nin bir suçu için D cezalandırılabilir mi?

N.ye göre bu tip ikircikler zamansal çakışma durumlarına içkindir ve en yakın sürdürücü şeması bu durumları çözemeyebilir.

- Berabere kalma halleri / ties ve care: Y ve Z tam olarak aynı biçimde X'i sürdürmüştür, bu durumda:

1) Hiçbiri t1'de X'in sürdürücüsü değildir. X sona erer. 2) İkisi de aynı X'tir. 3) İki farklı kişidirler, fakat esasında hep iki işi varmış sadece sonra farkedilmiş. 4) Sadece Y ya da Z X'in sürdürücüsüdür, bu da bir kura meselesidir.

N.ye göre çakışma durumunda 1 en makul seçenektir, yani Z'in varoluşu yiter. Öte yandan, Parfit gibi, N. de bunun o kadar sıkıntılı olmadığını, bunun ölüm olmadığını, esasında kendisi için kaygılandığım (care) birşeyler kaldığını anlatıyor. Her ne kadar sürdürücülerimle yakınlığım onlara yönelik kaygımı etkileyecekse de kaygım her durumda yakınlığımla oranlı olmayabilir. EYS'lerimizle ilgili olarak, yakınlık derecelerine bakmaksızın eşit bir kaygı taşırız (ilginçtir, bir EYS'mizin olması bizim için özellikle önemli değildir!?). Ancak en yakın olmayan sürdürücülerle ilgili kaygımız yakınlık derecelerine oranlıdır [John Varley'in çoklu klonlanma senaryolarını işlediği Ophiuchi Hotline (1977), üzerine kanlı canlı kafa yormak isteyenler için bu tip hususları ilüstre ediyor].
<1.1.017> Lewis: zamanda varkalmak ve KÖ
1. 

David K. Lewis'in (1941-2001) karşı-olgusalları (counterfactual) oldukça ilginç. Buna göre gerçekleşmemiş bir olguyu anlatan "eğer öyle yapsaydım böyle olurdu" türünden bir cümlenin doğru olması bu cümlenin doğru olduğu (öyle yaptığım ve o yüzden böyle olan) farklı bir dünyanın mevcut olması ile açıklanabilir. 'Olası dünyalar' kavramı Leibniz'e kadar geri götürülebilir. Leibniz'e göre tanrı bunlardan sadece birini yaratmıştı, yani en iyisini. Fakat Lewis bu diğer dünyaların gerçekten varolduğunu iddia ediyor. Böylece modal mantık sorunlarını (yani bir şeyin olanağına ya da kesinliğine dair konuları) yine mantık sistemleri ile çözümlemeyi hedefliyor.

Bu nokta KÖ ilgili tartışmalarının motivasyonunu da kısmen açıklayabilir. Lewis'in Survival and Identity adlı makalesini ve daha sonra eklediği postcript'i inceleyeceğiz.* Mantığın bir kavramı olarak özdeşlik ile süregiden tartışmanın konusu edilen KÖ arasındaki farkları ortaya koyması açısından da Lewis önemli.

L.'nin KÖ'nün odağını yerli yerine yerleştiren problem formülasyonu şöyle: Sıradan varkalma ile sıradan ölüm arasındaki farkı yaratan nedir? (1) Zihinsel süreklilik ve bağlantılılık (psikolojik kriter) tabii. Ama asıl söylenmesi gereken, (2) varkalmada önemli olan varkalmanın kendisidir. Yani tüm başıma gelenler geçtiğinde, ben, kendim, hala varolacak mıyım? Başka deyişle, varkalmada önemli olan özdeşliktir, şimdiki ben ile ileride var kalan bir ben arasında.

[Sorunun önemi tabii tam da burdan kaynaklanıyor da, konuyu farklı şekillerde formüle edenler bunu bilmediklerinden değil, problemin daha uygun kuruluşlarını aramaya devam ettikleri için öyle yapıyorlar. Zira benim için ben ve ben özdeşliği önemli olabilir de, bu herkes için böyle midir? Her durumda böyle midir? Her durumda aynı mıdır / tek biçimli midir? Özdeş olamayacağım bir dünyada problemi böyle kurmak hala anlamı mıdır?...]

*Orjinal makale: Lewis, David, 1976. Survival and identity. In Amelie Oksenberg Rorty (ed.), The Identities of Persons, University of California Press. pp. 17-40 (1976).

Bizim kullanacağımız kaynak: Lewis, David, 1983. Philosophical Papers : Volume I, Oxford University Press, USA, (Part I, chapter 5, Survival and Identity and postscripts, pp55-77).
2.  R ilişkisi, I ilişkisi ve özdeşlik:

Şimdi, iki tane cevaba sahibim ((1) psikolojik kriter, (2) KÖ). Bu iki cevap aslında uyumludur ve ikisi de doğrudur. (Parfit ise ikincisinin mümkün olamayacağını, dolayısıyla, varkalmak önemli olduğuna göre, varkalmada önemli olanın ilki olduğunu (R ilişkisi) savunmuştu.)

Farklı kişi aşamaları (dönemleri / zamanları) arasındaki zihinsel süreklilik ve bağlantılılığa Parfit'i takip ederek R ilişkisi diyelim. Bu tabii ki özdeşlik ilişkisi değildir.

Buna ek olarak, süregelen kişilerin aşamaları arasında özdeşlik ilişkisi, yani bir tek süregelen kişinin aşamaları arasındaki bir ilişki düşünelim ve buna da I ilişkisi diyelim. Bu ilişki farklı aşamaların aynı kişiye ait olduğunu bildiriyor [zamana yayılan bir zayıf-KÖ tarifi]. Eğer ikinci yanıt haklıysa varkalmakta önemli olan mevcut aşamamın sonraki bir aşama ile I ilişkisi içinde olmasıdır.

R ilişkisiyle kıyaslamamız gereken özdeşliğin kendisi değil, I ilişkisidir. Ve zaten, I ilişkisi R ilişkisidir. [Sonraki kısımlarda bu varsayımı kanıtlamaktan / desteklemekten ziyade bunun olanağını göstermeye ve bu aynılığı mümkün kılacak mantık araçlarını kurgulamaya geçiyor.]

Süregelen bir kişi kişi-aşamalarının bir toplamıdır [4 boyutlu kişi tanımı]. Bu aşamaların her biri diğerleriyle ve kendisiyle I ilişkisi içindedir. Bir kişi daha geniş bir I ilişkili toplamın parçası da değildir (zira I ilişkili aşamaların hepsi aynı kişiye aittir).

Özdeşlik birebir bir ilişkidir, fakat ne R ne de I ilişkisi birebirdir. Bir S aşaması pek çok önceki aşamanın takipçisidir, onlarla R ve I ilişkisi içindedir [zamanda özdeşliğin olanaksızlığı].

Yarılma (fission) senaryolarında bir S aşamasının R ilişkisi içinde olduğu iki adet yarılma sonrası aşama vardır ki bunlar birbirinle R ilişkisi içinde değildir. Dolayısıyla bu versiyonda R ilişkisi geçişli değildir. Özdeşlik ise geçişlidir. Öte yandan I ilişkisi geçişsiz olabilir.

Yarılma öncesi ve birleşme sonrası durumlarda aynı anda birden çok kişiden sözetmek durumunda kalacağız gibidir. Bu noktada zamanlı özdeşlik (tensed identity) ilişkileri işe koşulabilir (bir tür ayırdedilemezlik ilişkisi). Bu kişiler sadece belirli bir zamanda ve daha zayıf bir anlamda özdeş olacaklardır, böylece kişi sayısı çoğalmaz. Bu koşullar altında I ilişkisi de geçişsizdir.
3.  Methuselah:

Çok uzun yaşayan Methuselah, hayatının aşamaları boyunca büyük zihinsel değişimler geçiriyor, dolayısıyla farklı aşamaları arasında zihinsel süreklilik kalmıyor ve R ilişkisi bozuluyor. Diyelim ki 137 yıllık aralıklarla R ilişkisi kırılıyor. I ilişkisi ve R ilişkisi aynı ise, Methuselah tek bir kişi değildir, sonsuz sayıda kişidir. Tüm 137 yıllık segmentleri ayrı ayrı kişilerdir. Bunların kimisi diğerleriyle üstüste çakışır. Zamanlı özdeşlik bu noktada imdada yetişir, 300 yaşında evet Methuselah sonsuz sayıda kişidir ama, zamanlı özdeşlik açısından bir kişidir, zira bunların hepsi aynı aşamayı paylaşmaktadır.

Özdeşlik derece kabul etmez ama KÖ kabul eder, zira kişi kavramı derecelidir. Bu sebeple, nasıl R ilişkisi derece kabul ediyorsa (örneğin çok farklı biriyle kısmen füzyona girersem), I ilişkisi de dereceli olabilir.

Methuselah durumunda R ilişkisi kesin sınırlarla değil aşamalı olarak yitiyor olsaydı ve R ve I ilişkileri aynı şeyse, farklı aşamalar arasındaki I ilişkisi de dereceli olacaktı (100 yıllık segmentler 200 yıllık segmentlerden daha yüksek derecede kişiler olacaktı).
...

Teknik tartışmanın tamamına girmiyorum, zira vurgulanması gereken ve ilginç olan şu, L., aynı dünyaları çoğalttığı gibi, KÖ konusunda, bilindik özdeş kalma kavrayışla felsefecilere hakim olan psikolojik kriteri uzlaştırmak için bu sefer kişileri çoğaltıyor. Yarılma ya da birleşme durumlarının çözümü, kişinin birbiriyle ilişkili farklı aşamalardan oluşan bir zamansal süreklilik olduğunu, bununla beraber denklemde zaten en baştan birden çok kişi bulunduğunu, ya da birden çok kişinin varkalmaya devam ettiğini kabul etmek. Bu bakış sorunlu durumu çakışma / overlap anlarından kaldırıp bu sefer eskiden normal durum sayılan birleşme anlarına yerleştiriyor. Bu sıkıntıyı aşmak için de özdeşlikten daha zayıf bir belirli-bir-zamanda-özdeşlik (identity-at-a-time) kavramı öneriyor.

No comments:

Post a Comment